MHP Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. İlyas Topsakal, İsrail’in Arz-ı Mevud planının, BOP’un devamı olarak bölgemizi istikrarsızlaştırmaya yönelik sinsi bir adım olduğunu söyledi. Suriye ve Irak’tan sonra İran’ı hedef alan istikrarsızlaştırma hareketinin Türkiye’yi de tehdit ettiğini dile getiren İlyas Topsakal, Türkiye’nin İsrail’e karşı gereken tedbirleri alacağını ifade etti.
MHP’li İlyas Topsakal: İsrail’in Arz-ı Mevud Tehdidi
ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI KAPIDA MI?
Üçüncü Dünya Savaşı senaryolarına değinen MHP Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. İlyas Topsakal, Ortadoğu’daki istikrarsızlıklardan Doğu Avrupa’daki gerilime kadar dünya genelinde yaşanan krizlere dikkat çekti ve günümüzde yerel özellik taşıyan çatışmaların giderek derinleşmesi halinde dünyanın topyekûn bir felakete sürüklenebileceğini vurguladı.
Soru: Üçüncü Dünya Savaşı senaryoları üzerine birçok tartışma var; bu tür senaryoların gerçekçi olup olmadığı konusunda ne düşünüyorsunuz ve Türkiye bu tür olasılıklara karşı nasıl bir hazırlık yapmalıdır?
Dünya gerçekten, büyük bir krizin içinde… Ortadoğu zaten krizler içindeydi ve hala öyle. İsrail’in Arz-ı Mevud projesi, bölgemizi istikrarsızlaştırmaya yönelik, adım adım ilerleyen bir plan olarak karşımıza çıkıyor. BOP’un bir devamı olan ve bugün hala uygulanmaya çalışılan bu proje, Suriye ve Irak’ta yaşananlardan sonra, İran’ı gözüne kestirmiş durumda. Fakat istikametin Türkiye’ye yöneleceği de açık. Sayın Cumhurbaşkanımızın ‘İsrail gözünü Türkiye’ye dikecek’ açıklamaları da bu tehdidin altını net bir şekilde çiziyor. Bu tehlikenin farkında olarak TBMM’de bu önemli konuyu görüşmek üzere bugün bir araya geliyoruz. Meclisimiz bu saldırgan tutumu ve ülkemize yönelik tehditleri masaya yatıracak; zamanı geldiğinde de gereken adımları atmak adına kararlı bir duruş sergileyecektir.
Dünyadaki siyasi gerilim hatlarına şöyle bir göz attığımızda, örneğin Afganistan’ı merkeze aldığımızda kuzeyi ve güneyi dâhilinde Türkistan’ı da içine alacak şekilde bölgenin istikrarsızlık ve tehditler sarmalı olduğunu görüyoruz. Aynı durum Uzakdoğu için de geçerlidir. Rusya’nın Doğu Avrupa ile olan problemleri gittikçe artıyor. Ukrayna ile savaş halinde ve Balkanlar hiç konuşulmuyor. Son dönemde Balkan coğrafyasına zaman zaman gidiyoruz ve durumun çok kritik olduğunu görüyoruz. Kafkasya zaten ezeli istikrarsızlıkları bünyesinde barındırıyor. Daha Gürcistan meselesi soğumadı, Karabağ’da daha yeni savaş oldu ve o savaşta galip geldik. Çok şükür oradaki meşru topraklarımızı, Karabağ’ı kurtardık. Ama orada bütün dünyada özellikle büyük güçlerin etkileri var. Türkiye bölgede denge olarak başta Fransa olmak üzere Rusya, İran’a karşı kardeşlerini koruyor. Ancak bu diğer devletlerin de bölgede etkin olabildiklerini de unutmamak gerekiyor.
Avrupa’da bile mesela Almanya, Fransa, İngiltere, gün geçtikçe AB’den uzaklaşıyor. Ki zaten biliyorsunuz İngiltere bu örgütten Brexit süreciyle ayrıldı ve Uzakdoğu’ya yöneldi. Avrupa’da da dengenin, eski denge olmadığını görüyoruz. ABD’nin kendi iç siyaseti ise çok sert. Başta Trump-Biden’ın çekişmesi. Şimdi bu çekişmeye ana aktör olarak Kamala Harris de katıldı. İç siyasi dinamikler küreselleşmeciler ve muhafazakarlar arasında çekişme halinde devam ederken bu husus bütün dünyaya da yansıyor elbette. Afrika’daki Fransız etkisi yavaş yavaş azalırken Çin, Rusya ve Türkiye, Afrika’da güvenlik konseptini genişletmek için bulunuyorlar. Şimdi bu ortamda elbette yeni bir dünyada yeni bir düzenin geldiği gözüküyor.
Yani bu dengesizlik içindeki yeni dengede ve düzensizliğin düzeninde 3. Dünya Savaşı’nın çıkma ihtimali üzerine henüz yetkin tahminler yok. Bu konular üzerine çalışan bilim insanlarının bir kısmı da bu dengenin bölgesel güvenlik konseptleriyle doruğa ulaşarak nihai halini alacağı yönünde. Ben de buna inananlardanım. Şöyle; dünya artık çok merkezli haldedir yani Çin belli bir seviyeye gelirken Hindistan, Rusya, Türkiye gibi devletler uluslararası sistemde oyuncu olabilecek potansiyeli taşıyorlar. Dolayısıyla bu büyük ülkeler kendi bölgelerinde dengeyi sağlıyorlar. 3. Dünya Savaşı’ndan çok, benim tahminim yine kontrollü bölgesel savaşlardır. Bunlar büyüyebilir mi? İhtimal dâhilinde. Bu savaşlar büyür, bölgeyi aşabilir ama toptan dünyanın böyle bir savaşa girmesi dünyamız için çok büyük bir felaket olur ve sonrasında hiçbir şey eskisi gibi olmaz.
TÜRKİYE’NİN NATO’DAKİ MİLLİ ÇİZGİSİ
Soru: Bu bağlamda Türkiye’nin NATO üyeliği ve bu üyeliğin getirdiği yükümlülükler hakkında ne düşünüyorsunuz? Milliyetçi Hareket Partisi’nin NATO konusundaki duruşu ve görüşleri nedir?
Milliyetçi Hareket Partisi’nin NATO duruşu Genel Başkanımızın grup konuşmalarında veya özel sohbetlerinde açık ve nettir. Türkiye NATO içinde bulunmuştur ve menfaatleri gereği de bulunmak zorundadır. Ancak bu duruş milli menfaatler çerçevesinde düşünülmelidir. Biz her zaman Türk devletinin, Türk milletinin geleceğine bakarız. Evet sorumluluklarımız vardır, imzalar atarız ama bu imzalar bizim milletimizin, devletimizin geleceğini tehlikeye atıyorsa o zaman milli menfaatlerimiz yönünde karar veririz. Örneğin Suriye’de, Irak’ta terör örgütleri karşısında NATO’ya rağmen milli menfaatlerimizi korumuşuzdur. Bir bütün olarak MHP de bu konuda tavizsiz şekilde görüşlerini söylemiş ve karar mercilerine etki etmiştir. Kıbrıs konusunda da NATO’nun görüşü belliyken bizim duruşumuz nettir: milli menfaatlerimiz orada Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni kurmak yönündedir. Bu kararlara dair verilebilecek onlarca örnekte MHP milli düşüncesinden asla taviz vermemiştir.
TÜRKİYE: BÖLGESİNDE HEM OYUN KURUCU, HEM OYUN BOZUCU
Soru: Son dönemde, Irak’la imzalanan ticaret ve güvenlik işbirliği anlaşmaları Türkiye’nin stratejik hamlelerinin bir parçası. Bu bağlamda Kalkınma Yolu Projesi’nin bölgesel dengelere etkisi nedir?
Kalkınma yolu projesiyle ki biliyorsunuz yaklaşık 1200 kilometrelik yolu hızlı tren ve karayollarıyla malların çift yönlü olarak; Basra Körfezindeki Raw limanından Divaniye, Necef, Kerbela, Bağdat, Musul gibi Irak’ın önemli şehirlerinden geçerek Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçmesi planlanıyor.
Irak özelinde projenin hem küresel ekonomiye katılım açısından hem de iç refahın sağlanması bakımından kısa zamanda etkilerinin görüleceği düşünülmektedir. Elbette sadece Irak için değil, tüm bölge için stratejik öneme haiz, bu projeyle ortaya çıkacak katma değerden, Avrupa’dan Körfez’e kadar geniş bir coğrafyada milyonlarca insan faydalanacaktır. Bölgesel işbirliği güçlenecek, ticaret ağı genişleyecek, beşeri münasebetler tahkim edilecektir.
İran’ın projeye bakışı ise henüz muğlaktır, İranlı yetkililer; İkinci Karabağ Savaşı sonrasında Batı Türkistan’dan Azerbaycan’a ve oradan Nahcivan üzerinden Türkiye’ye bağlanan Zengezur koridoruna tepki göstermişti. Ancak Kalkınma Yolu Projesi hakkında İran’dan henüz kayda değer bir açıklama gelmemiştir. İran; Kızıldeniz ve Süveyş hattının Husiler ve diğer korsanlık faaliyetleri nedeniyle giderek istikrarsızlaşması nedeniyle Avrupa ile olan ticaretin ağının kendi kıyılarına bu projeyle yönelmesini ve Hürmüz Boğazı sayesinde kontrolü belirli derecelerde sağlayabileceğini ummaktadır. Aynı zamanda Kalkınma Yolu rotasının Necef, Kerbela gibi İran’ın bölgedeki etkisini yansıttığı Şia için önemli şehirlerden geçmesi ve böylelikle refah düzeyini arttırma durumu İran’ın daha temkinli davranmasına yol açmaktadır. Bölgedeki Şia grubun entegrasyonu ilk bakışta makul gibi görünse de, Sadr grubunun Irak siyasetine tekrar katılımı, BAE ve Katar’ın projeye dahil olması İran’dan bağımsız Şia’nın oluşabileceğini ve bölgesel kalkınmanın yavaş yavaş bu durumu güçlendireceği düşünülmektedir.
GÖÇ VE SIĞINMACI MESELESİ BEKA SORUNU
Soru: Türkiye’nin göç ve sığınmacı sorununu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu sorunun ekonomik, demografik ve güvenlik boyutları nelerdir?
Göç ve sığınmacı meselesi Türkiye’nin en önemli meselesi, bekasıyla ilgili bir meseledir. Genel Başkanımızın talimatlarıyla henüz 2017 yılında AR-GE’den sorumlu Genel Başkan Yardımcısı İzzet Ulvi Bey’in başkanlığında oluşturulan bilimsel kurulda bu husus çalışılmıştır. O kurulda çalışanlardan biri olarak hep birlikte iki kapsamlı rapor hazırladık. 2019 yılında Türkiye’nin ne durumda olduğunu ve yapılması gerekenleri dile getirdik. Bu yıllarda hiçbir siyasi parti ve devlet kurumu göç meselesini ciddiye almazken Genel Başkanımızın öngörüsüyle bu çalışmalar başlatılmıştır. Çalışmalarımız elbette güncellenmeye devam etmiştir.
Göç meselesi iki tane önemli unsuru barındırıyor. Birisi milli göçtür, buna homojen göç de diyoruz. Bu şu demektir; ülkemize bizi güçlendirici unsurlar gelebilir, bunlar, Balkanlardan, Kafkasya’dan, Türk dünyasından gelenler, özellikle Türkçe bilen ve bizim kültür dairemizde olan insanlar. Yani bakın ırk olarak konuşmuyorum hep yanlış anlıyorlar. Bizim geleneğimizde Türk Kültür Dairesi içinde bulunanlar yani Osmanlı’dan kalan mirasta bizim kültürümüzü bozmayacak unsurlar bizden sayılır ve bunları bizim ülkemiz vatandaşı olarak alabilir. Bunlar bizim geleneğimizi bozmaz, demografik yapımızda varlar ve hatta güçlendirirler. Misak-ı milli bu cihetiyle çok önemli bir terimdir.
İkinci göç sınır aşan göçler dediğimiz ve bizim milli yapımızı bozan kendi kültürümüzde olmayan, Türkçe bilmeyen, bizim aile yapımıza ters yaşantısı olan insanlardır. Bunlar bizi bozar. Elbette uluslararası sorumluluklar olabilir, bunların hukuki alt yapıları mevcuttur. Ama biz ülkemizi, geleceğimizi, ailelerimizi ve milletimizi koruyacak tedbirleri almalıyız. Biz yaptığımız çalışmalarda bunları sürekli dile getirdik. Bunların ayrıntıları partimizin internet sitesindeki raporlardan takip edilebilir.
Devletimizin resmi kanallar aracılığıyla Esad yönetimiyle görüşebileceğinin sinyali verildikten sonra Suriye’deki Türk kontrol noktalarına ve Türk Askerine yapılan saldırılar elbette göç sorununun güvenlik boyutunu tekrar gündeme getirmiştir. Başta Kayseri’deki olaylar olmak üzere Türkiye’nin bazı şehirlerindeki Suriyelilere yönelik çıkan sorunlar bu hususu iç güvenlik zeminine de getirdi. Bu hususlara dikkat çekilip etkin önlemlerin alınması gerekmektedir.
KAYNAK: TÜRKGÜN